2.09.2008

Tehlikeli bir yol

Mehmet Demirkol'dan, bugünkü köşesinden...

Bize ülkemizi nasıl sevmemiz gerektiğini öğretmeye çalışanlar vardır.
Doğduğunuz ve uzak yaşayamadığınız toprağı nasıl sevmeniz ya da nasıl sevmemeniz gerektiğini kakarlar kafanıza sürekli. Hain olmamak için onların söylediği gibi sevmeniz şarttır. Sanki aşk başkasının tarifine göre yaşanırmış gibi!
Bize kadınımızı/erkeğimizi nasıl sevmemiz gerektiğini öğretmeye çalışanlar da vardır.
Sabah kalktığınızda, gözünüzü açmadan yüreğinize düşen güzelin burnunuzun direğini titretmesi için başkasının tarifine ihtiyacınız varmış gibi.
Bize Tanrı’yı nasıl sevmemiz gerektiğini öğretmeye çalışanlar da vardır. Başınız sıkıştığında, başınıza iyi bir şey geldiğinde, yalnız hissettiğinizde, günahınızdan arınmak istediğinizde, acıya artık dayanamadığınızda gözünüzü kapatıp yakarmak ya da şükretmek için başkasının tarifine ihtiyacınız varmış gibi.
İşte hayatta korkmanız gereken adamlar bunlardır! Aşkı tarif eden sevgi totaliterleri...
Renklere vurulmak, bir futbol yıldızına âşık olmak, acılarını ve mutluluklarını bir kulüple birlikte yaşamak da tarife tabii değildir.
Benim takımıma vurgunluğum, tribünde hemen yanımda oturanın aşkıyla aynı olmayabilir. Öte yandan takımından on binlerce kilometre uzakta hayatını sürdürüp internet başında aşk yaşayanla, her hafta locada oturup viskisini yudumlayanın da benzer olabilir tutkusu. Her hafta otobüsle deplasman kovalayanın aşkıyla, heyecandan senelerdir maça bakamayanınki farklı olabilir. Sağcının takımına aşkıyla, solcunun aşkı da bazen benzeş...
Takıma vurgunluk özeldir. Çeşitlidir. İkiz kardeşte bile DNA aynıdır, ama belki takım aşkı farklı. Saracoğlu’nda herkes Fenerbahçe’ye âşıktır, ama herkesin Fenerbahçesi farklıdır.
Ben bir stada gittiğimde önce pankartlara bakarım bu yüzden. Nabzı orada dinlersin çünkü. Kale arkasında bir duygu vardır, bazen hemen yanında başka bir duygu. Bazen isyan, bazen teşekkür. Bu nabız atmazsa, tribün yaşayan bir ölü olur. O kulüp de...
Fenerbahçe Stadı’nda yaşanan pankart yasağı (bu hafta sadece zafer bayramı ilintili pankarta izin verildi) ve taraftarın tektipleştirme çabası bu yüzden fazlasıyla dikkat çekici ve üzerinde durulasıdır. Aslında üzücü, sıkıcı ve çok da tehlikeli...

Endüstriyel futbol

Endüstriyel futbol işine gereğinden fazla kafayı takmış, stat konforunun her şeyden önemli olduğunu bilen bir adam yazıyor bunları. Yıllardır eğer dünya futbolunun önemli bir parçası olacaksak statları değiştirmemiz, taraftar/seyirciyi yeniden organize etmemiz gerekir diyen biri.
Ama sınır aşılıyor Saracoğlu’nda...
Renk azalıyor. Doğru yolda 8 yıldır seyreden arabanın frenleri artık tutmuyor gibi. Bunun adı hiç tereddüt etmeden söyleyeyim, totalitarizmdir. Sevgiyi ve taraftarı tektipleştirme, elitleştirme hareketi.
Ama Fenerbahçe bir zenginler kulübü, elitler derneği değil ki... Hiçbir kulüp öyle olamaz ki!
Yönetimin stada astığı ‘Tek kimlik Fenerbahçelilik’ pankartı da fena halde 30’larda Almanya ya da İtalya söylemlerine benziyor.
Niyetin ne olduğunu anlamakla ve iyi niyetle yola çıkıldığını bilmekle birlikte bu yolun çok tehlikeli olduğunu vurgulamam lazım.
Bir taraftar suç işliyorsa, başkalarını rahatsız ediyorsa, huzuru kaçırıyorsa cezalandırılır, hakları elinden alınır. Suç bireyseldir. Yapan cezasını çekmeli sonuçlarına katlanmalıdır.
Ancak birileri rahatsız oldu diye tüm örgütlenmeleri yasaklamaya çalışmayı da 30’larda Almanya ve İtalya’da bıraktığımızı sanıyordum. Ya da doğu sınırımızın hemen dışında.
Fenerbahçe Yönetimi, bir kişi bile rahatsız olsa onun sorununu çözmeye çalıştığı için alkışı hak ediyor.
Ama kimsenin, kimseye, kimi, nasıl seveceğini, aşkını nasıl yaşayacağını öğretme hakkı da yoktur.
Aşkı tarif edenden, böyle seveceksin diyenden korkacaksın en çok. Çünkü en büyük günah sevgi totalitarizmidir.

Hiç yorum yok: