5.04.2008

Fenerbahçe Cumhuriyeti’nde bir gece

Can Dündar'ın bugünkü yazısı. Olduğu gibi aşağıya koyuyorum.

Konu Can Dündar'dan açılmışken; Can Dündar'ın adını Can Bartu'dan aldığınıda belirtelim.

"100 yıllık Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin, bizim 85 yıllık cumhuriyetimizden daha iyi durumda
olduğunu görmek için bir maç yetti. Bir kere ahali cumhuriyetine daha sadık. “Kale”si
daha iyi korunuyor, Başkan’ı daha az tartışılıyor. Avrupa konusunda da daha kararlılar

Pek maç kültürü olmayan biri Fenerbahçe-Chelsea gibi dev bir maça giderse ne olur? İşin içindekilere tanıdık gelen heyecan, bir acemi için hayret verici izlenimlere dönüşür.
Benim için de öyle oldu.

Şükür yerine küfür
Akşamüstü, sarı laciverde boyanmış kıtanın sahiline ayak bastığımızda Cumhuriyet ahalisi maç için besiye çekilmiş durumdaydı.
50 bin kişinin aynı anda giriş yapmasıyla canlanan ekonomi, yeni gelenlere yiyecek yetiştirmeye çalışıyordu.
Yol kenarındaki mısırcı, kokoreççi, formacı, bayrakçı, baloncu, Fener marşı eşliğinde bahşiş isteyen zurnacı, davulcu, hepsi Fenerbahçe satıyordu adeta...
Ufuktan yükselen ızgara dumanına doğru yürüyüp Develi’ye ulaştık. Ramazan günü iftar vaktiymişçesine büyük bir izdihamla karşılaştık. Şu farkla ki, hoparlörler, iftar duaları yerine takım marşları çalıyor, sofralardan şükür yerine küfür yükseliyordu. Ama ne yakası açılmadık küfürler...
Bedenini sarı zemin üzerine lacivert çubuklara hapsetmiş binlerce erkek “Kaldırın, kaldırın, kaldırın / Fenerbahçe için kaldırın” çağrısıyla kadeh tokuştururken yıllarca sürmüş bir küfür perhizinden çıkar gibi doyasıya, ana avrat küfrediyordu.
Küfür, tadından yenmez bir rakı mezesi gibiydi.
Yan masada, muhtemelen gündüz ciddi bir işte ağırbaşlı bir mesai harcamış ve şimdi çizgili forması içinde öz benliğine kavuşmuş bir fanatik, neşeli bir halk türküsünün küfürlü versiyonunu, kreşten kaçmış bir çocuk heyecanıyla hiç utanmadan söylerken sofrada karşısında oturan kadının yüzüne tükürükler saçarak kolunu dirsekten kavrıyordu:
“Cimbom s...k ananı / geçiyor cenazesi /
al bunu alamaz mısın?”
Sofradaki kadın mı?
Eğleniyor gibiydi.
Ar damarlarını çatlatan bu küfür serbestisi, bir yangın topu gibi öbür masalara yayılıyor ve anında yumruklar havada bir toplu ayine dönüşüyordu. Birbirini ilk kez görmüş adamlar, çubuklu formaların yarattığı akrabalık duygusu ve rakı-kebap dumanının sağladığı akıl buğusuyla hepten cüretkârlaşıp üst perdeden bir itikatla yırtındılar:
“Höl, löl löl löl löl löl löl löl lööööl... /
Feee-ner-bah-çe...”

Fener alayı
Maça birkaç saat kala taraftar, bütün enerjisinden olmuş ve hafiften kafayı bulmuş olarak kalktı sofradan ve yola koyuldu.
Sarı lacivert bir ”Fener alayı” cenk meydanına doğru tezahürat eşliğinde yürüyüşe geçti.
Meydan, onları bekliyordu.
Oradan içeri girince ne memleket ne çoluk çocuk derdi kalacak, futbol, çok işlevli bir merhem gibi yaralarımızı saracak, köleyle efendi, amirle memur, işçiyle işveren, kurtla kuzu gibi 1.5 saatliğine barışıp aynı renkler altında birbirine sarılacaktı.
Yine de bazılarımız, cengi terastan izlemek üzere “efendi locaları”na dağıldı.
İngiltere’den gelen “düşman kuvvetleri” ise kale arkasında dört bir yanı tellerle çevrili ve üstüne (atılacak yabancı maddeleri önlemek üzere) file gerilmiş bir kafeste tutuluyorlardı.
Maç boyunca, aralarındaki polis barikatının iki yanından Fenerbahçelilerle “küfür alışverişi”nde bulundular. Ama yönetimin titizliği sayesinde küfürler eskisi gibi stada taşmadı.

Küllük mucizesi
Az önce lokantalarda, yollarda, kaldırımlarda buluşan on binlerce taraftar bir araya gelince sarı lacivert bir deniz görünümüne ve gök gürültüsünü andıran bir sese dönüşmüştü. Onlar gürleyince sahanın çimleri, ıslıklayınca rakibin dizleri titriyordu sanki...
Uzay boşluğundan bakılsa stat, sarı lacivert dişleriyle yeşil ağzını kocaman açmış, düşmanını yemeye hazır bir canavara benzerdi.
Öyle bir canavar ki, hepimiz onun bir parçasıydık adeta... Afyonuyla kendi kimliklerimizden azat olmuş ya da tersine gerçek kimliklerimize kavuşmuş gibiydik.
Yanımdaki genç kız, ruhen yoğunlaşarak sahadakilere enerji yollamaya çalışıyor, diğer yanımdaki çok sevdiğimiz ağabeyimiz Ali Acar, teneke küllüğü ayağıyla ezerek uğur tanrısından gol istiyordu.
İlk gol gelince bunun işe yaradığını “fark edip” birlikte abandık teneke küllüğün üzerine...
Sabaha inanmayacağımız bu oyunda ayağımızın altında son haftalarda ruhumuzu karartan, kapatma davasını, Ergenekon soruşturmasını, ekonomik krizi ezer gibiydik.
Ve ikinci gol geldiğinde, bu mucizeyi bizim küllük baskısının yarattığına emindik.

İki cumhuriyet
“Fenerbahçe Cumhuriyeti” sınırları içinde geçirdiğim 5 saat, 100 yıllık bu cumhuriyetin bizim 85 yıllık cumhuriyetimizden daha iyi durumda olduğunu fark etmeme yetti.
Ahalisi belli aralıklarla toplanıp dağılsa da cumhuriyetine daha sadık. Tökezlese de vazgeçmiyor ondan.
“Kale”si daha iyi korunuyor. Arada bir yanlışlık eseri kendi kalesine gol atsa da çabuk toparlıyor.
Başkan’ı daha az tartışılıyor.
İtibarı ve ekonomisi daha iyi...
Ve Avrupa konusunda daha kararlı, iddialı ve gayretliler."


http://www.milliyet.com.tr/Default.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=513352&AuthorID=75&Date=05.04.2008&ver=10

1 yorum:

Adsız dedi ki...

güzel bir yazı olmuş ama kelimeleri bu kadar ustaca kullanan bir yazar o atmosferi anlatırken sadece söyle küfür ettiler böyle sövdüler mi yazmalıydı? hiç mi anlatacak güzel bi şey olmadı?